Züleyha Gülüm: Meclis’te Kadınların Yanyana Gelmemesi İçin Bir Gerekçe Yok

Çiçek Tahaoğlu 12 Haziran 2018 Türkçe
Facebook Twitter Google

HDP İstanbul adaylarından Züleyha Gülüm ile İstanbul’da buluşup, aktivizmden milletvekilliğine giden deneyimini ve seçilirse Meclis’e taşıyacağı kadın mücadelesini konuştuk.

Züleyha Gülüm 24 Haziran seçimlerinde feminist hareketten gelen milletvekili adaylarından biri.

Avukat olan Gülüm, HDP’nin İstanbul 3. Bölgeden 5. Sıra adayı.

Gülüm ile İstanbul’da buluşup, aktivizmden milletvekilliğine giden deneyimini ve seçilirse Meclis’e taşıyacağı kadın mücadelesini konuştuk.

Gülüm, Meclis’in çok erkek bir ortam ve kadınlara en zor alan açılan yerlerden biri olduğunu söylerken, “Bütün kadınların ezildiği ortak bir noktamız varken, bizim kadınlar olarak yanyana gelmemek için bir gerekçemiz yok” diyor.

Toplumdaki patriarkanın Meclis’e daha da şiddetli bir biçimde yansıdığını hatırlatan Gülüm, yıllardır Meclis’te mücadele eden kadınların mücadelesini devralacaklarını vurguluyor.

Milletvekili adayı olmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında uzun yıllardır toplumsal muhalefetin içindeyim. HDP Parti Meclisi üyesiyim. Aynı zamanda feminist hareketten geliyorum. Biz kadınlar her yerde emek harcıyoruz, koşturuyoruz ama Meclis’te veya başka yerlerde aynı oranda temsiliyetimiz olmuyor. Kadınların kendi sözünü kendilerinin kurması, kendi kararını kendilerinin alması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden bu görevi üstlenmek üzere aday oldum da denilebilir. Arkadaşlarımın, özellikle kadın arkadaşlarımın ısrarı üzerine birlikte karar verdik.

Zorlu bir karar gibi geliyor dışarıdan bakınca. Sizin için nasıl bir süreçti?

Zor, evet. Aslında ilk başta aday olmak gibi bir niyetim yoktu. Zaten partide çalışıyorum. Ama sonra arkadaşlarla, kadınların oradaki temsiliyetinin önemli olduğunu konuştuk. Erkek arkadaşlar da başka yönlerden ısrar ettiler.

Erkekler ne yönden ısrar etti?

Onlar da aslında yıllardır emek harcadığım, bu işi kotarabileceğim, bunun mümkün olduğunu söylediler. Özellikle de mücadelenin içinden geliyor olmak, emek süreçlerinde birlikte olmanın getirdiği bir sonuç olarak bu konuşulduğunda, düşünmeye başlamıştım.

Ama sonuç olarak kadın arkadaşlarla birlikte karar verdik ve onlarla sonuçlandırdık bu işi. Belki ben tek başıma karar veremezdim açıkçası. Yine kadınların birlikteliğinden çıktı bu karar aslında.

Meclis de çok gergin ve erkek bir ortam, değil mi?

Evet, çok erkek bir ortam ve kadınlara en zor alan açılan yerlerden biri. Dil erkek, davranış biçimleri erkek, şiddet içeren bir ortam. Orada kadınların sözünün duyulması zor oluyor. Erkekler kendi aralarında tartışır, kendi aralarında kavga eder, kadınları dinlemezler. Kadınlar bir şey dediğinde, erkeğe bakarak cevap verirler, kadınları muhatap almazlar.

Aslında toplumdaki patriarkanın daha şiddetli bir yansıması Meclis’te var. Ama yıllardır Meclis’te de mücadele eden kadın arkadaşlarımız var. Biz gittiğimizde onların mücadelesini devam ettireceğiz.

Özellikle HDP kadın adaylarıyla, eşbaşkanlık sistemiyle bir şeyleri dönüştürdü. Tümüyle yok olmadı, erkeklerin olduğu her yerde biz sürekli mücadele etmek zorunda kalacağız. Kendi yoldaşlarımızla da mücadele etmek zorunda kalacağız. Sonuçta bizim yoldaşlarımız da erkek egemenliğinden muaf değiller. Biz ne kadar değiştirmeye, dönüştürmeye çalışsak da, onlar da bunun için uğraşsa da, toplumdaki erkek egemenliğinden onlar da faydalanıyor.

Biz kadınlar sokaktan aldığımız, dışarıda ya da eviçinde çalışan kadınların mücadelesinden aldığımız güçle orada sözümüzü kuracağız. Meclis’in kendisi tek başına bir şey değil, mücadelenin bir parçası sadece. Bu mücadelelerle Meclis’in bağı kurulabildiğinde Meclis’in bir anlamı var. Yoksa Meclis’ten bir söz kurmanın tek başına bir anlamı yok.

Ben uzun yıllardır meslekten dolayı, yani avukat olmamdan dolayı da, yargı sisteminde kadın meselesiyle çok uğraşanlardan biriyim. Yargı da çok erkek. Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz davaları, boşanma davalarında kadınlara yönelik şiddet ve haklardan yoksun bırakılmaları yıllardır uğraştığımız meselelerden bazıları.

Bana soruyorlar, şimdi oralara (duruşmalara) gelecek misin, diye. Tabii ki geleceğim. Diyoruz ya, kadınlar birlikte güçlü. Ancak bu sağlanırsa, değiştirici, dönüştürücü olabiliriz.

“Meclis’teki diğer kadınlarla yanyana tutum alabileceğimizi düşünüyorum”

Meclis’te partilerüstü bir kadın dayanışması olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da seçilirseniz, siz böyle bir dayanışma kurmayı istiyor musunuz?

Şöyle bir şey var; hangi partiden, hangi görüşten olursa olsun, tüm kadınlar eziliyor çünkü bütün kadınlar erkek egemenliğiyle karşı karşıya.

Diğer siyasi partilerin adaylarına bakın, kadın oranı çok düşük. Ama tabana baktığımızda, kadınların çalıştığını görüyoruz. Eve koşturan da, bildirileri dağıtan da onlar ama karar mekanizmalarına baktığımızda kadınlar görünmez hale geliyor. Biz tüm partilerde kadınların görünür olmasından yanayız. Çünkü kadınların emeklerinin üzerinden erkekler yükseliyor. Buna “dur” demek gerekiyor.

Bütün kadınların ezildiği ortak bir noktamız varken, bizim kadınlar olarak yanyana gelmemek için bir gerekçemiz yok aslında. Biz birarada kadın özgürlükçü bir temelde yanyana gelebiliriz, diye düşünüyorum. Ama tabii ki kriterlerimiz var; ırkçılığa, militarizme, savaşa, erkek egemenliğine, kapitalizmin yarattığı yoksulluğa karşıyız.

Diğer partilerdeki kadınlar, oralara gelene kadar bizden çok daha fazla sorun yaşıyorlar. HDP kadın özgürlüğüne inanan bir parti olduğu için, biz sözümüzü daha kolay dayatabiliyoruz. Hiçbir şey olmasa, rahatlıkla şunu diyebiliyoruz: Programımıza bakın, tüzüğümüze bakın, yüzde 50 kadın kotamız var. Ama diğer partilerde bu da olmadığı için bu söylemi kullanma şansları da olmuyor.

Meclis’teki diğer kadınlarla yanyana tutum alabileceğimizi düşünüyorum.

“Bu iktidara dur diyemezsek, ilk kaybeden biz kadınlar olacağız”

Sizce, 24 Haziran seçimlerinin kadınlar için ayrıca bir önemi var mı?

24 Haziran tüm toplum için kritik bir seçim ama kadınlar açısından çok daha kritik çünkü özellikle bu iktidarın OHAL sonrası süreçle birlikte kadın düşmanlığı inanılmaz bir noktaya evrildi. Kürtajı yasaklamaya çalışan, kadın emeğini güvencesizleştiren, çocuk ve yaşlı bakımını tümüyle kadınların üzerine yıkmaya çalışan, sürekli kadınlar adına konuşan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Eğer 24 Haziran’da yeniden AKP kazanırsa, daha otoriter, savaş politikalarına doğru evrilen bir ortamda yaşayacağız. Ayrıca rafa kaldırılan tüm yasaları geçirecekler. Bu iktidara dur diyemezsek, ilk kaybeden biz kadınlar olacağız.

Ama şunu da unutmasınlar; kadınlar hiç susmadı. OHAL sürecinde, sokağa ilk çıkan kadınlar oldu. “OHAL’inizi kabul etmiyoruz,” “Savaşınızı kabul etmiyoruz”, “Bizi evlere geri gönderemezsiniz” diyen kadınlar oldu. 25 Kasım ve 8 Martlarda kitlesel yürüyüşlerle tepki verdiler. Kadınlar meydanları asla terk etmediler ve “Güçlüyüz, kazanımlarımızın geri alınmasına müsaade etmeyeceğiz” dediler.

24 Haziran’da bunu bir kez daha söyleyeceğimizi biliyorum. Çünkü kadınların dayanışması bu iktidarı devirecek. Tüm kadın hareketleri ortak noktalarıyla birleşiyor ve herhangi bir farklılığımız öne çıkmıyor. Birlikte “hayır” demeye devam edeceğiz.

“Evet, biz kadınlar dönüştüreceğiz ama bütün yükü de bize bırakmasınlar”

Aslında “bu iktidarı kadınların devireceği” söylemi Türkiye’de çok yaygınlaştı. Son zamanlarda birçok erkek yazar ya da aktivistin de bu sözü sık sık söylediğini duyuyoruz, okuyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Muhalefet dönüşümü kadınların yapmasını mı bekliyor?

Yani bütün işi de bize bırakmasınlar. Bu değişim, muhalefette yer alan her bireyin görevi. Kadınlar bu değişimin bir parçası. Kadın mücadelesi açısından değiştirici, dönüştürücü olacak olan biz olacağız ama bütün yükü de üstlenmiyoruz. Feminist mücadelemize devam edeceğiz. Evet, çok güçlü olduğumuzu biliyoruz. Yine bize atmasınlar bu işi lütfen.

Erken seçim açıklamasının ardından, seçmenin enerjisini nasıl buluyorsunuz?

Tabii ki ilk başlarda umutsuz bir hava vardı çünkü referandumda “hayır” çıkmasına rağmen iradeye el konuldu ve başka bir sonuç çıkartıldı. 7 Haziran 2015 seçiminde de muhalefet güçlendi ve önümüze yeni bir seçim getirildi. Ve 1 Kasım’da oylarımız yine çalınarak başka bir duruma sokulduk. Ağzını açanın tutuklandığı bir süreçten geçiyoruz. Korku duvarlarının yayıldığı böyle bir süreçte tabii ki bir umutsuzluk havası oldu. Ama şu anda mahallelerde gördüğümüz şey, inanılmaz bir umut ve coşku olduğu.

Aslında toplumsal muhalefetin öne geçtiği bir süreç yaşıyoruz çünkü iktidarın söyleyebileceği söz de kalmadı. Ne diyebilir? Şunu yapacağım, bunu yapacağım, diyorlar ama insanlar soruyor: 16 yıldır iktidardasınız, neden yapmadınız?

İktidar saldırgan bir tutumla davranırken, şimdi savunmaya geçti. Korku duvarlarını yeniden yaymaya çalışıyorlar ama artık kimse korkmuyor. Gittiğimiz her evde şunu duyuyoruz: “Sandık önümüze gelsin ve biz irademize el koymanın ne demek olduğunu göstereceğiz.”

Aslında bu AKP’ye oy veren kitle için de geçerli çünkü onlar da bu kadar kutuplaşmadan rahatsız, insanların bu kadar bölünmesinden, komşuların düşman haline getirilmesinden rahatsız, din-dil-ırk ayrımı gözetilerek insanlar arasında duvarlar örülmesinden rahatsız. Bu şekilde yaşamak istemiyorlar, güvenli ve birbiriyle dayanışabilecekleri, komşularının yüzüne gülümseyerek bakabilecekleri bir hayat istiyorlar. Kimse bu kadar gerilim içinde yaşamak istemiyor.

O yüzden biz bu dönem kesinlikle başarıya ulaşacağımıza inanıyoruz. (ÇT)

  • Etiketler