Neden ‘toplumsal cinsiyet’ fikri tüm dünyada tepkilere neden oluyor?

Judith Butler 25 Ekim 2021 Türkçe, İngilizce
Facebook Twitter Google

Judith Butler

Judith Butler’in 23 Ekim’de Guardian’da yayımlanan yazısını Bawer Murmur velvele.net

için Türkçeleştirdi. Ara başlıklar bianet

Haziran ayında Macaristan Parlamentosu ezici bir çoğunlukla ‘homoseksüellik ve cinsiyet değişimi’ne dair tüm ders içeriklerini LGBTQİ+ hakları ve eğitimini pedofili ve totaliter kültür politikaları ile ilişkilendirerek devlet okullarında kaldırma kararını verdi. Mayıs ayı sonlarında Danimarkalı milletvekilleri, akademik araştırma ortamlarında “aşırı aktivizme” karşı bir karar çıkardılar ve suçlular listesine toplumsal cinsiyet çalışmaları, ırk teorisi, postkolonyal ve göçmenlik çalışmaları alanlarını dahil ettiler.

Aralık 2020’de Romanya Yüksek Mahkemesi, “cinsiyet kimliği teorisinin” öğretilmesini yasaklayacak bir yasayı iptal etti, ancak oradaki tartışmalar hararetle devam ediyor.

Polonya’daki transsız alanlar, ülkeyi ABD ve İngiltere’den gelen yıpratıcı kültürel etkilerden arındırmaya hevesli transfobikler tarafından ilan edildi. Türkiye’nin Mart ayında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi AB’nin tüylerini ürpertti çünkü AB’nin ana itirazlarından biri kadın ve çocukların şiddete karşı korunmasının dahil edilmesi ve bu “sorunun” yabancı kelime “toplumsal cinsiyet” ile bağlantılı olmasıydı.

Sözde “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ne yönelik saldırılar, son yıllarda elektronik ağlar tarafından körüklenen ve yaygın sağcı Katolik ve Evanjelik örgütler tarafından desteklenen kamusal tartışmalara egemen olarak tüm dünyada arttı.

Cinsiyet çizgileri

Her zaman uyum içinde olmasalar da, bu gruplar geleneksel ailenin saldırı altında olduğu, sınıftaki çocuklara eşcinsel olmanın aşılandığı ve “toplumsal cinsiyetin” aileleri, yerel kültürleri yok etmekle tehdit eden şeytani değilse bile aileleri, yerel kültürleri, medeniyeti ve hatta “erkeğin” kendisini yok etme tehdidinde bulunan bir ideoloji olduğu konusunda hemfikir. Cinsiyet karşıtı ideoloji hareketi tarafından kullanılan argümanları tam olarak yeniden kurmak kolay değil çünkü tutarlılık veya mantık standartlarına bağlı kalmıyorlar.

“Toplumsal cinsiyet ideolojisi” veya “toplumsal cinsiyet çalışmaları” olarak gördüklerini herhangi bir retorik yolla alt etmek için kışkırtıcı iddialar topluyorlar ve bu iddiaları öne sürüyorlar. Örneğin, biyolojik cinsiyeti varsayılan olarak reddettiği veya heteronormatif ailenin doğal veya ilahi karakterini baltaladığı için “toplumsal cinsiyete” itiraz ediyorlar. Cinsiyet çizgileri üzerinde düşünmeye başlarsak, erkeklerin baskın konumlarını kaybedeceklerinden veya ölümcül şekilde zayıflayacaklarından korkuyorlar.

Çocuklara cinsiyet değiştirmelerinin söylendiğine, eşcinsel ve translar tarafından aktif olarak bir yere üye alındıklarına ya da cinsiyetle ilgili açık söylemin bir beyin yıkama biçimi olarak karikatürize edildiği eğitim ortamlarında kendilerini eşcinsel olarak ilan etmeleri için baskı yapıldığına inanıyorlar.

Ve eğer “toplumsal cinsiyet” denilen şey toplumsal olarak kabul edilirse, dünyaya hayvanlarla ilişkiye girme ve pedofili de dahil olmak üzere bir cinsel sapıklık selinin salınacağından endişe ediyorlar.

Milliyetçi, transfobik, kadın düşmanı ve homofobik olmasına rağmen, hareketin temel amacı, hem LGBTQİ+ hem de feminist hareketler tarafından son yıllarda kazanılan ilerici yasaları tersine çevirmek.

Cinsiyet ataması

Gerçekten de, “toplumsal cinsiyete” saldırarak, kadınların üreme özgürlüğüne ve bekar ebeveynlerin haklarına karşı çıkıyorlar; kadınların tecavüze ve aile içi şiddete karşı korunmasına karşı çıkıyorlar; ve cinsiyet ayrımcılığına, zorla psikiyatrik gözaltına, acımasız fiziksel tacize ve öldürmeye karşı bir dizi yasal ve kurumsal güvencenin yanı sıra transların yasal ve sosyal haklarını da reddediyorlar. Tüm bu hareket, aile içi istismarın arttığı ve queer ve trans çocukların yaşamı destekleyen topluluklarda toplanma alanlarından mahrum bırakıldığı bir pandemi döneminde hızlandı.

İnce karikatürlere dayandıklarından ve genellikle hayal ürünü olanın eşiğinde olduklarından, toplumsal cinsiyet çalışmalarına veya cinsiyet kimliğine karşı ileri sürülen iddiaların çoğunu çürütmek ve hatta alay etmek yeterince kolaydır. Eğer önemliyse (ve umalım ki hala öyledir), toplumsal cinsiyet konusunda tek bir kavram yoktur ve toplumsal cinsiyet çalışmaları, çok çeşitli araştırmacıları içeren karmaşık ve kendi içinde çeşitliliğe sahip bir alandır.

Cinsiyeti inkar etmez, ancak cinsiyetin nasıl kurulduğunu, bunun zaman içinde nasıl değiştiğini ve doğumda tayin edilen cinsiyeti, iş ve aşk meseleleri de dahil olmak üzere, sonraki yaşamdan ayırmanın dünyamızın toplumsal düzenlenmesinde ne gibi bir fark yarattığını sorma eğilimindedir.

Genellikle cinsiyet atamasının bir kez gerçekleştiğini düşünüyoruz, ancak ya bu karmaşık ve gözden geçirilebilir bir süreçse, yanlış atananlar için zamanında geri döndürülebilirse? Bu şekilde tartışmak, bilime karşı bir tavır almak değil, yalnızca bilim ve hukukun kimliğin toplumsal düzenlemesine nasıl girdiğini sormaktır.

“Ama iki cinsiyet var!” Genel olarak, evet, ancak günlük cinsiyet anlayışımızı yöneten dimorfizm (ikibiçimlilik) idealleri bile, cinsiyet tayininin ne kadar can sıkıcı ve sonuçsal olabileceğini gösteren interseks hareketinin yanı sıra bilim tarafından birçok yönden tartışılmaktadır.

Toplumsal cinsiyet hakkında, yani toplumun toplumsal cinsiyete göre nasıl düzenlendiği ve bedenleri, yaşanmış deneyimleri, yakın ilişkileri ve zevki anlamanın nasıl sonuçlar doğurduğu hakkında soru sormak, özgürleştirici değişimi durdurmaya ve tersine çevirmeye çalışan dogmatik toplumsal konumlara karşı çıkarak, bir tür açık soruşturma ve soruşturmaya girişmektir. Yine de, ‘toplumsal cinsiyet’ ‘dogma’ olarak  kendilerini “eleştiri” tarafında kabul edenler tarafından karşı çıkılıyor.

Toplumsal cinsiyet çalışmaları içindeki çeşitli metodolojileri ve tartışmaları, araştırmaların çetrefilliliğini ve dünya çapında dinamik bir çalışma alanı olarak kabul edilmesini açıklamak için uzun uzadıya devam edilebilir, ancak bu, okuyucu ve dinleyici açısından eğitime bağlılık gerektirir.

Uğruna savaşılan ulus

Bu muhaliflerin çoğunun kendi inançlarıyla çelişebilecek herhangi bir materyali okumayı reddettiği veya bir karikatürü desteklemek için karmaşık metinlerden seçim yaptığı göz önüne alındığında, nasıl ilerlemeli?

Yine başkaları, “toplumsal cinsiyet” kavramının kendisinin Hıristiyanlığa (veya bazı ülkelerde geleneksel İslam’a) bir saldırı olduğunu iddia ediyor ve “toplumsal cinsiyet” savunucularını dini inançlarına karşı ayrımcılık yapmakla suçluyor. Yine de toplumsal cinsiyet ve din araştırmaları, düşmanların dışarıdan gelmediğini ve dogmanın sansürcülerden yana olduğunu gösteriyor.

Bu gerici hareket için “toplumsal cinsiyet” terimi, neoliberal rejimler altında ekonomik güvencesizliğin artması, toplumsal eşitsizliğin yoğunlaşması ve pandemik kapanma tarafından üretilen çeşitli sosyal ve ekonomik kaygıları bir araya getiriyor, yoğunlaştırıyor ve elektriklendiriyor.

Altyapı çöküşü, göçmen karşıtı öfke ve Avrupa’da heteronormatif ailenin, ulusal kimliğin ve beyaz üstünlüğünün kutsallığını kaybetme korkusuyla dolup taşan birçok kişi toplumsal cinsiyetin yıkıcı güçlerinin, sömürgecilik sonrası çalışmaların ve eleştirel ırk teorisinin suçlanmasında ısrar ediyor.

Cinsiyet böylece bir yabancı istilası olarak düşünüldüğünde, bu gruplar, ulus inşası işinde olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Uğruna savaştıkları ulus, beyaz üstünlüğü, heteronormatif aile ve pek çok insanın özgürlüklerini açıkça kısıtlayan ve hayatlarını tehlikeye atan tüm eleştirel norm sorgulamalarına karşı bir direniş üzerine kuruludur.

Doğruyu söylemek gerekirse toplumsal cinsiyet, ulusal bünyenin maruz kaldığı -göçmenler, ithal edilen şeyler, küreselleşmenin etkileri yoluyla yerel ekonominin bozulması gibi- hayali “istilaları” temsil ediyor veya bunlarla bağlantılı hale geliyor . Böylece “cinsiyet”, bazen “şeytanın” kendisi olarak tanımlanan bir hayalet, Tanrı’nın yarattıklarını tehdit eden saf bir yıkım gücü haline geliyor (anladığım kadarıyla iklim değişikliği onlardan biri değil, ki bu çok daha muhtemel bir aday olurdu).

Böylesi bir yıkıcı güç hayali, ancak milliyetçiliğe, aydın karşıtlığına, sansüre, dışlamaya ve daha güçlü tahkim edilmiş sınırlara umutsuzca başvurular yoluyla bastırılabilir. O halde toplumsal cinsiyet çalışmalarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymamızın bir nedeni, bu gerici hareketi anlamlandırmaktır.

Toplumsal cinsiyet karşıtı ideoloji hareketi sınırları aşarak Latin Amerika, Avrupa, Afrika ve Doğu Asya’daki örgütleri birbirine bağlıyor. “Toplumsal cinsiyete” muhalefet, Macron’un Fransa’sı ve Duda’nın Polonya’sı kadar çeşitli hükümetler tarafından dile getiriliyor, İtalya’da sağ partilerde ortaya çıkıyor, Kosta Rika ve Kolombiya’daki büyük seçim platformlarında boy gösteriyor, Brezilya’da Bolsonaro tarafından şamatayla sahipleniyor ve birçok yerde, ama en bilindiği haliyle Viyana’ya taşınmadan önce Budapeşte’de yer alan Avrupa Üniversitesi’nde 2017 senesinde, toplumsal cinsiyet çalışmaları bölümlerinin kapatılmasına sebep oluyor.

Vatikan etkisi

Almanya’da ve tüm Doğu Avrupa’da “toplumsal cinsiyetçilik” “komünizme” veya “totaliterliğe” denk tutuluyor. Polonya’da yüzden fazla bölge kendilerini “LGBT karşıtı bölge” ilan ederek, bu kategorilere ait olarak algılanan herkes için açık bir kamusal yaşamı suç sayıyor, gençleri ülkeyi terk etmeye veya yeraltına gitmeye zorluyor.

Bu gerici alevler, “cinsiyet ideolojisini” “şeytani” ilan eden, onu kuzey kaynaklı bir “sömürgeci emperyalizm” olarak adlandıran ve okullarda “toplumsal cinsiyet ideolojisi”nin “kabul edilmesi” konusunda korku yaratan Vatikan tarafından körükleniyor.

Popülist Anlarda Cinsiyet Karşıtı Politikalar adlı kitabı Elzbieta Korolczuk ile birlikte yazan Agnieszka Graff’a göre, cinsiyet karşıtı bakış açısını güçlendiren ve dağıtan ağlar arasında konferanslarına binlerce kişinin katılımıyla övünen Uluslararası Aile Örgütü ve İspanya’da kurulan ve insanları konferanslara, sergilere ve LGBTQİ+ haklarını savunan siyasi adaylara karşı harekete geçiren Platform CitizenGo sayılabilir.

Bu organizasyonlar bir anda harekete geçirebilecekleri 9 milyondan fazla takipçileri olduğunu iddia ediyorlar (2018’de Brezilya’da bana karşı harekete geçtiler, konuşacağım mekanın dışında öfkeli bir kalabalık “bana benzeyen” bir şeyi yaktılar). Üçüncüsü, eşcinsel evlilik, trans hakları, doğum kontrol özgürlüğü ve LGBTQİ+’lara karşı ayrımcılıkla mücadele çabalarını Hristiyanlığa saldırı olarak gören ve 100’den fazla kuruluştan oluşan Agenda Europe.

Cinsiyet karşıtı hareketler sadece gerici değil, aynı zamanda giderek otoriterleşen hükümetleri destekleyen faşist eğilimlerdir. Argümanlarının tutarsızlığı ve solun ve sağın retorik stratejilerine eşit fırsat yaklaşımları, kimileri için kafa karıştırıcı, kimileri için ikna edici bir söylem üretiyor. Ancak bunlar, rasyonelliği aşırı milliyetçi amaçlara uydurmak için çarpıtan faşist hareketlerin tipik özelliğidir.

“Toplumsal cinsiyet”in emperyalist bir kurgu olduğu, küresel güneyin yerel kültürlerine empoze edilen bir “ideoloji” olduğu konusunda  sahte bir şekilde kurtuluş teolojisi ve dekolonyal retoriğin dilini kullanarak ısrar ediyorlar. Veya, sağcı İtalyan grup Pro Vita’nın iddia ettiği gibi,  geleneksel heteronormatif aile, toplumsal çözülmeye ve kuralsız bireyciliğe karşı son siperken“toplumsal cinsiyet” kapitalizmin toplumsal etkilerini yoğunlaştırıyor.

Bütün bunlar, LGBTQİ+’ların, ailelerinin, evliliklerinin, samimi birlikteliklerinin ve geleneksel ailenin dışında yaşama biçimlerinin ve kendi kamusal varoluş haklarından kaynaklanıyor gibi görünüyor. doğum kontrol özgürlüğüne dair feminist hak talepleri, feministlerin cinsel şiddeti sona erdirme taleplerinin yanı sıra kadınlara yönelik ekonomik ve sosyal ayrımcılığı sona erdirme taleplerini da takip ediyor.

Aynı zamanda, “toplumsal cinsiyet” karşıtları, erkekler ve kadınlar arasındaki doğal hiyerarşi ve eril ve dişil arasındaki ayırt edici değerler hakkındaki görüşlerini savunmak için İncil’e başvururuyorlar (ilerici teologlar bunların İncil metinlerinin tartışmalı okumalarına dayandığına dikkat çekseler de). İncil’i doğal hukuk doktrinine benzeterek, atanmış cinsiyetin ilahi olarak ilan edildiğini iddia ediyorlar ve çağdaş biyologların ve tıp doktorlarının ilginç bir şekilde 13. yüzyıl teolojisinin hizmetinde olduğunu öne sürüyorlar.

Kromozomal ve endokrinolojik farklılıkların cinsiyet ikiliğini karmaşık hale getiriyor olması ve cinsiyet atamasının revize edilebilir olması onlar için önemli teşkil etmiyor.

Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket, “toplumsal cinsiyet ideologlarının” erkekler ve kadınlar arasındaki maddi farklılıkları reddettiğini iddia ediyor, ancak materyalizmleri hızla iki cinsiyetin zamansız “gerçekler” olduğu iddiasına dönüşüyor. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket, net bir dizi ilkeye sahip muhafazakar bir pozisyon değil.

Hayır, faşist bir akım olarak, çeşitli ekonomik ve sosyal güçlerden gelen sızma ve yıkım korkusunu en üst düzeye çıkarmak için siyasi yelpazeden bir dizi retorik stratejiyi harekete geçiriyor. Tutarlılık için çabalamıyor, çünkü tutarsızlığı gücünün bir parçası.

Umberto Eco, faşizmin unsurlarıyla ilgili ünlü listesinde, “faşist oyun birçok biçimde oynanabilir” diye yazıyor, çünkü faşizm “bir kolaj… bir çelişkiler kovanı”.

Gerçekten de bu, günümüzün toplumsal cinsiyet karşıtı ideolojisini mükemmel bir şekilde tanımlıyor. Bu hareket, gerici bir kışkırtma, tahrik edici, çelişkili ve tutarsız iddialar ve suçlamalar yığını.

Kontrol altına almaya söz verdikleri istikrarsızlıktan beslenirler ve kendi söylemleri yalnızca daha fazla kaos sağlar. Tutarsız ve abartılı iddialarla, otoriter yönetim ve sansürü savunmak için çok sayıda yakın tehdit içeren bir dünya uyduruyorlar.

Bu faşizm biçimi, ilerici siyasetin getirdiği toplumsal düzenin “istikrarsızlaştırılmasını” önlemeye çalışırken bile istikrarsızlık gösterir. “Toplumsal cinsiyet” karşıtlığı çoğu zaman göçmen karşıtı öfke ve korkuyla birleşir, bu yüzden Hıristiyanlıkla ilgili bağlamlarda sıklıkla İslamofobi ile birleştirilir.

Göçmenler de uluslararası hukuka göre geçiş haklarını kullanırken bile “sızan”, “suçlu” eylemlerde bulunan kişiler olarak tasvir edilmektedir.

Cinsiyet karşıtı ideoloji savunucularının tahayyülünde “toplumsal cinsiyet” istenmeyen bir göçmen, gelen bir leke gibidir ama aynı zamanda baştan savılması gereken bir sömürgeci ya da totaliterdir. Bu hareket sağ ve sol söylemleri istediği gibi karıştırmaktadır.

Faşist bir eğilim olarak, cinsiyet karşıtı hareket, otoriterliğin sürekli güçlenen biçimlerini desteklemektedir. Taktikleri, devlet güçlerini üniversite bölümlerine müdahale etmeye, sanat ve televizyon programlarını sansürlemeye, transları yasal haklarından mahrum etmeye, LGBTQİ+’ları kamusal alanlardan yasaklamaya, doğum kontrol özgürlüğünün altını boşaltmaya, kadınlara, çocuklara ve LGBTQİ+’lara yönelik şiddete karşı mücadeleyi baltalamaya teşvik ediyor.

Bu hareket şeytani güç addedilen ve baskı altına alınmaları veya dışlanmaları tehdit altındaki ulusal düzenin yeniden inşa edilmesi için elzem olan göçmenler de dahil olmak üzere kadınlara, çocuklara ve LGBTQİ+’lara şiddet tehdidini savuruyor.

Bu nedenle, “cinsiyet eleştirisi” yapan feministlerin trans, ikili olmayan ve genderqueer insanları hedef alma konusunda gerici güçlerle ittifak kurmasını anlamlandırmak imkansız. Şimdi hepimiz gerçekten eleştirel olalım, çünkü bu hareketin hedeflerinden herhangi birinin birbirine düşman olmasının zamanı değil. Zaman anti-faşist dayanışma zamanı.

*Fotoğaf: Verso